Sosyal Medya Dosyası

Bağımlılık

Gazete Kültür, 2021/06/18





Ege Maltepe

Yazar hakkında bilgi için tıklayın.




Pandemi bize çok zarar verdi. Canımızı aldı, işimizden etti, endişe etmekten ve dilek dilemekten dilek ağacına döndük. Ruh sağlığımız alt üst oldu. Özellikle bu dönemde gözlemlediğim bir resmi tarif edeceğim, size de tanıdık geleceğini tahmin ediyorum: hareketsiz duran bir beden, elindeki akıllı telefonun ekranını başparmağıyla kontrolsüz bir biçimde yukarı kaydırıp duruyor ve gözbebekleri bu ekrana kilitlenmiş durumda ve bedeninin aksine gözbebekleri hareketli. Bu kişi anne ya da babanız olabilir, çocuğunuz olabilir, siz olabilirsiniz. Şimdi bir durup nefes alalım. Bu yazı sosyal medyanın bağımlılık yapması için tasarlanmış olması üzerine. Yani, yalnız değilsiniz.



Onaylanma-Onaylanmama Sendromu


İçinde yaşadığımız toplumun düzeni onaylanma-onaylanmama kaygısı üzerine kuruludur. “İyi çocuk uslu olur, çok ağlamaz” “Kötü çocuklar yaramazlık yapar” kalıpları erken yaşta hayatımızı zehir etmeye başlar. Anne - babayla başlayan onay alma kaygımız, mahalle, arkadaş grubu, öğretmenler ve ardından toplumun tüm otorite mekanizmasıyla devam eder. Bu onay sistemi farklı geri dönüşlerle bize bizi anlatır; karne, diploma, “aferin”ler ve “cıss”larla biz “doğru ya da yanlış yol”da olduğumuzu anlarız. Çoğunlukla okul bitip “gerçek hayat” ile yüzyüze kalınca ne aferin ne de kırık yoktur ortada. Bu onay sistemine bağımlı olan kişi ona onu anlatacak bir otorite arar. Kimimiz mutsuz olmamak için skor toplamaya başlar, kariyer adını verdiğimiz oyunda etapları geçerek daha yüksek maaş, daha büyük ofis, daha lüks bir araba vebenzeri materyallerle video oyunundaki Mario gibi altın toplar dururuz. Çocukluğunda en az sevilmiş olanlarımız için bu etaplar hiçbir zaman bitmez, bakınız: yeryüzü iklim değişikliği sebebiyle yanıp kavrulurken, penis şekilli roketiyle eğlence için uzaya giden Jeff Bezos.


Sosyal medya da insanın bu zayıflığından yararlanarak sürekli yenilenen bir sistem üzerine kurulu. Kumarhanelerdeki kolu her çekişinizde karşınıza yeni bir dizi çıkaran slot makineleri gibi sosyal medya da her yenilediğinizde önünüze yeni şeyler çıkarıyor. Sizin yaptığınız paylaşıma verilen tepkileri size belirli aralıklarla gösteriyor, böylece siz oraya her baktığınızda yeni bir tepkiyle karşılaşıp rahatlıyorsunuz. Bu sırada beyniniz dopamin salgılayor. (Bkz. İçerik Üreticisi Yazısı). Onay alma ihtiyacımızı suistimal eden bu araçlar zamanla bir bağımlılığa dönüşüyor. İnsanoğlunun sosyal bir varlık oluşu ve içinde yaşadığı toplumda varolduğunu hissetme ihtiyacı bir gerçek olmakla beraber, ikincisi, yani varoluşu hissetme meselesi bu kanallar aracılığıyla ihtiyaçtan çıkıp bir arzuya dönüşüyor. İhtiyaç ölçülüp biçilebilir bir mevhum iken arzularımız kolaylıkla mantıkdışı ve dolayısıyla kontrol edilemez bir hal alıyor. Tüketim toplumunun mühendisliğini yapanlar da bu numarayı kullanmışlardı; ihtiyacın yerine arzuyu koymak. Sosyal medya da “Ben varım! Ben de varım!” diye seslenme ve ardından bir selam alma ihtiyacımızı arzuya dönüştürerek bizi kendine bağımlı yapıyor. İşte geçtiğimiz 1,5 - 2 yıldır bu ihtiyacın doruklarındayken, toplumca bu bağımlılığa yenik düştük.


Onay alma, etap atlama, geri dönüş alma ihtiyacımızı suistimal eden bir başka araç ise video oyunları. Özellikle çocuk ve ergenleri büyüsü altına alan ve zaman zaman trajik sonuçları olan bu oyunlara başka bir yazıda değineceğim.



Bir Mağara Düşünün


Şimdi milat öncesine gidelim. M.Ö. 400’lü yıllarda yaşamış Atinalı filozof Platon, Eflatun olarak da bilinir, bir alegori (simgelerle anlatarak göz önünde canlandırma anlamına gelir) kurmuş. Felsefe okuyanların Mağara Alegorisi adını takarak sıkça referans verdiği bu benzetmeyi bilmeyenler için özetleyeyim. İçinde yaşadığımız dünyayı bir mağaraya, biz insanları ise ayakları prangalı mahkumlara benzetir Platon. Bu dünyaya mahkum olan bizler mağara duvarlarına yansıyan gölgeleri gerçek zannederek yaşarız. Aramızdan biri cesaret edip zincirlerinden kurtulup mağaradan çıkar ve hakikati görür. Geri dönüp mağaradakilere gördüklerini anlattığında ise içeridekiler ona inanmazlar, gerçek bildikleri gölgelerle yaşamaya devam ederler. Bu alegoride mağara içinde bulunduğumuz nesnel dünya, prangalarımız toplum kuralları, gölgeler ise kabul edilen gerçeklik olarak algılanabilir. Platon’a göre ancak cesaret edip sorgulayan kişi zincirlerini kırarak hakikate ulaşabilir.



Bizi Robotlaştıran Algoritma


Bugün, süperzeka zannettiğimiz algoritma sistemiyle, sosyal medya zincirlendiğimiz bir mağaraya dönüşmüş durumda. Bize bizim gibileri gösteren bu filtre sistemiyle, aynalarla dolu bir mağara içindeyiz. Beğendiklerimiz, hırslandıklarımız, arzuladıklarımız, öfkelendiklerimiz içimizdeki varımız yoğumuzu uyararak bizi kendine bağlayan bu aynalı mağarada yalnız değilmişsiniz gibi hissediyoruz. Bizim yansımamız olan bizim gibilerle yakınlaşıp, ötekilerden uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz. Zayıf kaldığımız bir dönemde de bir bakmışız, bir robot gibi hareketsiz, takılıp kalmışız daima yenilenen akışa.


Şimdi, bu aynalı mağaradan çıkmak için tavsiyelerime gelelim. Bunlar “bir yumurtayı sütle çırpın” gibi basit tavsiyeler olacak.


Kitap okumak. Yalnız… en çok reklam vereni önünüze çıkaran algoritmanın önerdiği kitabı deği. Çoğumuzun bir sohbette zayıf hissetmemek için okuduğu o “Çok satanlar” listesindeki, popüler kitabı da değil. Biraz daha derin araştırma yaparak seçeceğiniz kitapları. Felsefe kitapları bir de Rus klasikleri benim tavsiyem olsun.


Müzik dinlemek. Yalnız… şarkı değil, müzik dinlemek. Bir bestecinin eseri olan, iyi bir müzisyenin icra ettiği müzikleri.


Resim yapın, spor yapın, tiyatro izleyin, amatör bir tiyatro topluluğuna katılın, çocuklarla oynayın, bir enstrüman çalmayı öğrenin… Hayatı aynalarınızla değil kendi dışınızdaki odaklarla doldurun. Bir de şunu unutmayın, cihazın şarjı bittiğinde ortadan yok olan bu problem aslında sandığımız kadar büyük ve içinden çıkılmaz bir mevhum değil.